
Bu yazımızda masumiyet karinesinin bir yansıması olarak şüpheden sanık yararlanır ilkesiyle kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini yüksek mahkeme kararları ışığında hukuk tekniği açısından detaylara girmeden inceleyeceğiz.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Madde 11
Bu soruyu şu şekilde sormak da mümkündür: şüpheli/sanık suçsuz olduğunu ispatlamak zorunda mıdır?
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin madde 11/1 “Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır.”,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m.6/3 “Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.“,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m.38/4 “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.“,
Ceza Muhakemesi Kanunu m.223/2-e ” Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması halinde beraat kararı verilir.”
Yukarıda sıraladığımız uluslararası metinler ve hukuk normlarından görüleceği üzere, masumiyet karinesi ve farklı bir anlatımla suçsuzluk karinesinin uzantısı olan şüpheden sanık yararlanır ilkesi, kişinin suçluluğu mahkeme kararıyla sabit oluncaya kadar masum sayılmasını ifade etmektedir. Dolayısıyla şüpheli/sanığın kendisinin suçsuz olduğunu ispatlamak gibi bir yükümlülüğü bulunmamaktadır.
Ceza hukuku kökenli bir ilke olan ancak zaman içinde hukukun tüm dallarında geçerli bir ilke olarak benimsenen şüpheden sanık yararlanır ilkesi (masumiyet karinesi) (Latince “in dubio pro reo” ) hem ceza yargılamalarında hem de idari yargılamalarda ( isnat edilen disiplinsizlik fiillerin sübut bulması gerekliliği) gözetilmesi gereken evrensel bir hukuk ilkesidir.
Masumiyet karinesi ilkesinin disiplin hukuku açısından normatif düzenlemelerine bakıldığında, 7068 sayılı Genel Kolluk Disiplin Hükümleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun m.15- (1) ” Disiplinsizlik yaptığı tespit edilen personele disiplin amiri tarafından bu kanundaki esaslara uygun olarak disiplin cezası verilir.” şeklindedir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu “Disiplin” başlıklı m.124/2 ” Kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak amacı ile kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin Devlet memuru olarak emrettiği ödevleri yurt içinde veya dışında yerine getirmeyenlere, uyulmasını zorunlu kıldığı hususları yapmayanlara, yasakladığı işleri yapanlara durumun niteliğine ve ağırlık derecesine göre 125 inci maddede sıralanan disiplin cezalarından birisi verilir.” şeklindedir. Her iki kanun metni de hukuka uygun olarak elde edilmiş delillerle disiplin suçunun sübuta erdiğinin ortaya konulması gerekliliğini aramakta ve şüphe üzerine memur hakkında disiplin cezası verilemeyeceğini kabul ettiğini ifade edebiliriz.
Danıştay 5. Daire Başkanlığı 2017/5626 E. , 2022/1516 K. “Davacının … iltisak ve irtibatı olduğu gerekçesiyle meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına … kararının iptali istemiyle dava açmıştır… disiplin hukukuna ilişkin yöntemlerin hiçbirisine uyulmadığı, … terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğuna ilişkin yeterli delil sunulmadığı, sunulan delillerin ise davacının iltisakı veya irtibatını ortaya koyacak yeterlilikte ve nitelikte olmadığı, ayrıca ilgili kamu kurumları ve özel kuruluşlarca .. verilen cevaplarda da davacının iltisakı veya irtibatını ortaya koyan herhangi bir bilgi ve belgenin bulunmadığı anlaşılmıştır… Dava konusu kararda hukuka uyarlık görülmediğinden davacının bu karar nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının meslekten çıkarıldığı tarihten itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesi ile özlük haklarının iade edilmesi gerekmektedir.”
Yargıtay 6. Ceza Dairesi 2020/4984 E. , 2021/1044 K. ” … Dairemize göre sorun, tam bir muhakeme ve ispat sorunudur. Ceza muhakemesine egemen olan ilkelerden birisi de Şüpheden sanığın yararlanmasıdır. Zararın giderilmesi keyfiyeti, iddianamenin kabul edildiği tarihinde gerçekleşmiş olmakla, etkin pişmanlığın birkaç dakikayla da olsa iddianamenin kabulünden önce vuku bulması ihtimal dahilindedir. Bu itibarla, şüpheden sanığın yararlanması ilkesi uyarınca etkin pişmanlığın soruşturma evresinde gerçekleştiğini kabul etmek gerekir”
Yargıtay 5. Ceza Dairesi 2013/15299 E., 2014/5455 K ” … polis memurlarının aracın muayenesinin yapılmamış olduğunu belirterek bağlanmaması için rüşvet istedikleri … bu şekilde atılı rüşvet alma suçunu işledikleri kabul edilerek yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulmuş ise de … tüm bu hususların sanıklar lehine şüphe doğurduğu, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince de atılı suçtan delil yetersizliğinden beraatlerine karar verilmesi ..”
Danıştay ve Yargıtay kararlarından görüleceği üzere mahkemeler soruşturma ve kovuşturma aşamalarında toplanan bütün delilleri tüm dosya kapsamı ile birlikte değerlendirerek suçun işlenip işlenmediğini tespit etmelidir. Mahkemenin hükmü, sanığın mahkumiyetine ilişkin ise mahkeme hangi delillerle bu sonuca gittiğini denetime elverişli bir şekilde gerekçeli kararında belirtmelidir. Suçun sanık tarafından işlenip işlenmediği konusunda çok küçük de olsa bir şüphe varsa bu şüpheden sanık yararlanır ve mahkemelerin bu durumda sanık yararına yorum yapması yasanın bir gereğidir.
Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi nedir?
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 38. maddesine göre; “kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir
fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.”
Kanunilik ilkesinin ceza hukukunda yer edinmesi kolay olmamış, ilke egemen gücün keyfi uygulamalarına tepki olarak uzun yıllar içinde ancak şekillenmiştir.
Türk Ceza Kanunu (TCK) m.2 “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz. İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.“
TCK m.2 ve Anayasa m.38’de kendisine yer verilen kanunilik ilkesi aynı zaman da Türkiye’nin onayladığı uluslararası bir çok metinde de yer almaktadır. Kanunilik ilkesi medeni hukuk açısından farklı bir şekillerde yorumlanabilse de suç ve cezalar açısından özel bir öneme sahiptir. Suç ve cezayı düzenleyen yasa metinlerinin belirli olması ayrıca kıyas ile suç ve ceza verilemeyeceği net olarak ifade edilebilir. Yine kanunilik ilkesinin bir gereği olarak ceza yasalarının zaman bakımından uygulanması aşamasında sanık aleyhine olacak şekilde yasanın geçmişe etkili olacak şekilde uygulanamayacağı belirtilmelidir. Yani kanun koyucu eğer bir eylemi suç olarak tanımlamak istiyor ise öncelikle bu suçu mecliste yasalaştırması ve aynı zaman da bu suçu işleyen kişiye hangi ceza verilmesi gerektiğini kanun yapma usul ve esaslarına uyarak düzenlemesi gereklidir. İdare hukuku açısından kanunilik ilkesi farklı görüşleri barındırmakla beraber idare hukukunda kanunilik ilkesini dışlayan görüşlere katılmak mümkün değildir. Zira Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hukuk devletinde yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin birbirinden ayrılması gerekmektedir. İdarede yasalara uymak zorundadır ve kanunu ihlal eden idarenin meşru olmayacağı izahtan varestedir. Suç ve ceza bireyin toplumsal hayatını esaslı bir şekilde etkilediğinden kişilere uygulanacak normun çerçevesi net bir şekilde çizilmelidir. Devlet memurluğundan çıkarma gibi ağır bir cezanın uygulandığı disiplin suçlarında bile soyut ve genel kavramların kullanılması kabul edilebilir değildir. Dolayısıyla idare hukuku açısından da kanunilik ilkesi geçerlidir ve fakat uygulamasında ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Maalesef idare kimi yaptığı işlemlerde takdir yetkisini kötüye kullanarak keyfiyet derecesinde bireylere karşı idari işlem tesis edebilmektedir. İdari yargı organlarınca bu hukuksuz kararların görmezden gelinmemesi gerekir. Kanunilik ilkesi çerçevesinde kararların incelenmesi idare karşısında zayıf durumda olan bireyler açısından hayati öneme sahiptir.
Danıştay 12.Daire, E.208/5948, K.2011/2591: “… işlemin iptali istemiyle açılan davanın yargı sürecinin devam ettiği temyiz aşamasında, henüz işlem kesinleşmeden davacının aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmasına dayanak alınan 657 sayılı Kanun’un 125/C maddesinin (g) bendinin yürürlükten kaldırılmasıyla davacı lehine bir düzenleme yapılarak ortaya çıkan yeni hukuki durum karşısında; bir ceza kanunu müessesesi olan lehe olan kanun hükmünün uygulanması ilkesinin memur disiplin hukukunun niteliğine uygun düştüğü ölçüde uygulanabileceği hususu göz önüne alındığında, artık davacının disiplin hukuku anlamında konusu suç olan bir fiilinin varlığından söz edilemez… söz konusu ilkenin dava konusu olayla birlikte değerlendirilmesinden, davacının 657 sayılı Kanun’un 125/C maddesinin yürürlükten kaldırılarak suç olmaktan çıkarılan (g) bendi uyarınca aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu işlemde .. İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.”
Yargıtay 3.Ceza Dairesi 2017/18757 E., 2018/882 K. “… sanığın .. ateşli silahla yaralaması nedeniyle, uygulama maddesi olarak 5237 sayılı TCK’nin 86/3-a maddesinin yanında TCK’nin 86/3-e maddesinin de gösterilmesi gerektiğinin gözetilmemesi …Sanık hakkında tekerrüre esas alınan … Asliye Ceza Mahkemesi’nin … ilamıyla sanığın 5237 sayılı TCK’nin 157/1. maddesi gereğince dolandırıcılık suçunun … 5271 sayılı CMK’nin 253. maddesi gereğince uzlaşma kapsamına alındığı anlaşılmakla; TCK’nin 2. ve 7. maddeleri de gözetilerek, sanık hakkında tekerrüre esas alınan hükme ilişkin uzlaştırma işlemi yapılıp yapılmadığı mahkemesinden sorularak sonucuna göre sanık hakkında TCK’nin 58. maddesinde düzenlenen tekerrür hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması bozmayı gerektirmiş…“